Büyük Haber

Çalmaktan yorulduğu kapıyı ardında bıraktı ve kendini sokağa attı. O evin çevresindeki bilmem kaçıncı turunu atarken kadın çoktan hıçkıra hıçkıra uykuya dalmıştı. Sokaklardaki bir yanıp bir sönen lambaların alacakaranlığında gidebileceği ikinci yere doğru yola koyuldu. Bu sefer bir şeylerin sona erdiğine emin gibiydi. Neyin sona erdiğini öğrenmesine biraz daha vardı.

Adam yola koyulduğunda genç spiker küçük masasında yarı uyur nöbetini tutuyordu. Kapıdaki güvenlikler ve birkaç görevli dışında kanal binasında kimse kalmamıştı. Genelde böyle olurdu. Herkes sabah yayın saati yaklaşırken gelirdi. Her şey zaten sürekli yerli yerindeydi. Sabahları onları izleyen de pek yoktu.

Tatlı uykusunun ortasında yan masadaki telefon çalmaya başladı. Apar topar kendine gelmeye çalıştı. Susmadan açmayı başardı.

— Spiker sen misin?
— Efendim, ben sabah haberlerini sunuyorum. Kiminle görüşüyorum acaba?
— Gerçek spikere nasıl ulaşabilirim?
— Bir notunuz varsa ben alabilirim. Kiminle görüşüyorum? 
— Devlet televizyonunda çalışıp başbakanın sesini tanımıyor musun? Önemli bir konu var. Sabah haberlerine yetişmeli.
— O öğleden sonraya kadar gelmez. Buyurun, benimle paylaşın. Elimden geleni yapacağıma emin olabilirsiniz.
— Sır tutabilir misin? En azından 2-3 saat. Birazdan söyleyeceklerimi ben, hanımefendi ve doktor biliyor. Sabah haberlerine kadar bu gruba eklenecek tek kişi sensin. Bütün ulusumuz aynı anda öğrenmeli.
— Sizi dinliyorum efendim. Ama önce bir kalem bulayım.
— Kaleme gerek yok. Söyleyeceklerim oldukça kısa. Başkanımız biraz önce vefat etti. Sabah ajansında kendisine yakışır bir metinle ulusumuza bilgi vermeniz gerekiyor. Başımız sağolsun.

Cevap veremeden telefon çoktan kapanmıştı. Rüya görüyor olmak istedi. Boğazı düğümlendi. Babasının küçükken anlattıklarını hatırladı. Bir kağıt kalem bulup düşünmeye başladı. “Böyle bir haber nasıl verilir ki?”

Kağıdın ortasına yazmaya başladı. Büyük harflerle "ÜLKEMİZİN KURTARICISI SAYIN BAŞKANIMIZ BU SABAHA KARŞI KONUTUNDA VEFAT ETTİ." yazdıktan sonra yarısını hallettiğini düşündü.

Bu cümleye dalıp gittiğinde bir karartı odaya hızla girdi ve paltosunu astı.  
— Kahve var mı?

Bu beklenmedik misafiri görünce bir hamleyle kağıdı ikiye katladı.  
— Hoşgeldiniz... Hizmetliler çıktı ama ben demleyebilirim.

El işaretiyle bunu istediğini belirtti. Genç spiker kağıdın üstüne ajandasını kapattı ve odadan çıktı.

Tecrübeli adam için bu tuhaf hareketler yeterince dikkat çekiciydi. Genç olan elinde bir fincanla geri geldiğinde, diğerinin elinde katlanmış bir kağıt vardı.  
— Kendine neden almadın? 
— Efendim o kağıt benim masamda duran mı?
— Kendine neden almadın?
— O kağıt benim. Verir misiniz?
— Bu kadar önemli ne var? Yine aşk şiiri mi? Bu sefer seni elinden ben de kurtaramam ona göre.  
— Efendim, lütfen kahvenizi alın. Kağıdı bana verin. Önemli. 
— Git kendine bir kahve al. Sonra da bana kağıtta ne yazdığını söyle. Pazarlık yok. İkisini de yapacaksın.

Odadan çıktı. Geri geldiğinde kağıt yerde duruyordu.  
— Sen bunu nereden duydun?
— Devlet sırrı, söyleyemem.
— O sırrı çoktan öğrendim. Şimdi nereden duyduğunu söyle.
— Sayın başbakanımız telefonda söyledi. Sabah haberlerinde başkanımıza yakışır bir metinle duyurmamı istedi.

— Kolay gelsin. Benim hiçbir şeyden haberim yok. Kahvemi içiyorum ve öğlene kadar burada uyuyorum.
— Böyle bir haberi vermeyi isteyeceğinizi düşünmüştüm. Teşekkür ederim.

Adam sadece güldü.  
— Böyle bir haberi vermeyi kimse istemez.
— Ama ulusumuz için önemli bütün haberleri sizden duydular. Bunu da siz söylemek istemez misiniz?
— Önemli ve büyük haberleri. Kötü haberleri değil... Bu haberi kimse vermek istemez. Herkes seni bu haberle hatırlayacak.

Genç olan durumu yeni yeni görüyordu. Diğeri kahvesini yudumlarken o yazıp yazıp kağıtları çöpe atıyordu. Bir umutla gözlerini tekrar ona çevirdi.

— Hiç öyle bakma. Ben böyle bir yayını yapamam. Sense daha kariyerinin başındasın. Sabahları televizyonu açan kaç kişi var zaten. Kimse hatırlamayacak bile.

— Ama efendim... Böyle bir haber nasıl verilir bilmiyorum. En azından yardım etseniz.
— Başkan için benden daha süslü cümleler kurabileceğine eminim. Bence benden daha iyisini yaparsın. 
— Ama siz onu şahsen tanıyorsunuz. Kim sizden daha iyi anlatabilir ki!

— Belki de bunca yıldan sonra söyleyecek güzel bir şeyim kalmamıştır. 
— Neden böyle düşündüğünüzü anlamıyorum.  
— Kahramanınla asla tanışma sözünü duydun mu? Ben onunla defalarca yemek yedim. Sen şanslısın ki böyle bir imkânın olmayacak.

— Ama onla birlikte yaptığınız yayınlar, ondan övgüyle bahsettiğiniz o radyo yayını...

Tecrübeli olan, genç olanın yaşında olduğu yılları anımsadı. Yapabilen herkesin ülkeden kaçtığı o yıllarda radyo yayınlarını birlikte sürdüren gençlerden biriydi. Büyük bir coşkuyla kurtuluş haberini o okumuştu. Birçok insan hiç yüzünü görmedikleri o sese âşık olmuştu. Aynı şimdi yorgun bir uykuda olan karısı gibi. "Önce sesine, sonra sana âşık oldum"

Sonra meclisin o kahramanı başkan olarak seçmesi, sürgünden geri dönüşü... Ülkeye olan bu desteklerinden dolayı başkan onu televizyon kurulurken bizzat akşam ajansı için görevlendirmişti. "Bu ulusun sizden duyacak daha çok güzel haberi var." deyişi hâlâ kulaklarındaydı. Yıllar boyunca mikrofonun başından hiç kalkmamıştı. Güzel haberleri o söylemişti. Kötü haberleri başka biri hiç söyleyememişti. Belki de hiç olmamışlardı. Belki de susturulmuşlardı.

— Efendim bu akşam neden geldiniz?
— Her zamanki şeyler işte.
— Evet ama kafamı dağıtmaya ihtiyacım var. Bir şeyler anlatsanız. 
— Dün evlilik yıl dönümümüzdü.

Restoranda onu tanıyanlar gelmeye başladığında en başta kibarca teşekkür edip masaya geri döndü. Masanın etrafı insanlarca çevrildiğinde, onu tanıyanlar bir şeyler söylemesi için sustular.  
Sorular, imzalar, teşekkürler... Karısı sessizce çemberin dışına çıktı.

Adam ona dönmedi. Güzel anılarını anlatırken, yanında olmadığını fark etmedi. Kapı yüzüne kapandığında, içinde ağlayan biri olduğunu anladı. Ama çok geçti.

— Sizin için zor bir gece. Üzgünüm.
— Şurda sana bütün hayatımı anlattım, artık bana “siz” deme. İşe yaradı mı bari, yazacak bir şeyin var mı?
— Bir şeyler deneyeceğim.

Sonra genç olan sıfırdan başladı. Lafı uzatmadan, kısa ve öz bir metin yazmaya karar verdi. Diğeri bütün gece olanları düşündü. Genç olana baktı. “Kötü haber vereni kimse sevmez.”

Sabah yayın saati yaklaşırken odadaki gerginlik de gitgide artıyordu. Hizmetliler binaya gelmişti. Yayın ekibi de gelmek üzereydi. Genç olan boncuk boncuk terlemeye başladı. Bir yanda henüz başlamakta olan kariyeri, bir yanda doğru metin olmazsa başına gelecekler... Sessizliği diğeri bozdu.

— Kravatını ve ceketini çıkar.
— Anlamadım?
— Kararım değişmeden dediğimi yap.
— Bu ceket sana olur mu ki?
— Böyle bir haberi verirken siyah giymem gerek. 
— Ama söylediklerin? Gerçekten haberi sen mi vereceksin?
— Sanırım bu hepimiz için en doğru yol olacak. Son yazdığın kağıdı ver.

Genç olanın kıyafetine büründü. Kağıttakileri tekrarlayarak stüdyoya doğru yürüdü. Arkasından da genç olan heyecanla yürüyordu. Onları görenler anlam veremediler. Dün gece nelerin bittiğini, bugün nelerin başladığını kimse bilmiyordu. Belki ikisi de bilmiyordu.

Kendi kendine tekrarlarken yanından geçenler bazı şeyleri öğrenmeye başladı.

— Ülkemizin büyük kurtarıcısı devlet başkanımız, sabaha karşı hayatını kaybetti.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yolun Başında

Silinmek

Yürüyüş